Çocukların Barış Abisi; Barış Manço

Çocukların Barış Abisi; Barış Manço

22 Eylül 2022 0 Yazar: Pedagog Ercüment Eşsiz

Rahmetli Barış Manço, her biri bir başka güzel, her biri birbirinden anlamlı şarkılar bıraktı gitti soğuk bir kış günü. Milyonları gözyaşlarına boğdu giderken. Pek çok Barış sevdalısı gibi, ben de hakim olamamıştım gözyaşlarıma o güzel insanın ardından. Dinlemeye doyamadığımız şarkılarını bizlere emanet etti gelecek nesillere de aktarmamız ümidiyle. Hele ki, ne besteden, ne de sözden nasibini alamamış günümüz şarkılarının arasında, bir kutup yıldızı gibi parlıyor her bir Barış Manço şarkısı. Yeni yetme şarkıcılara, bir ayrılık, bir hasret, bir sevda, bir özlem, bir barış şarkısı nasıl olmalı, sözüyle, müziğiyle yol gösteriyor geçmişten günümüze.

Hüsnü Arkan (Ezginin Günlüğü), Sezen Aksu, Haluk Levent,  Derya Köroğlu (Yeni Türkü), Feridun Düzağaç, Suavi, Selda Bağcan, Zülfü Livaneli gibi dinlemekten büyük keyif aldığım sanatçıların varlığıyla ruhum bir nebze olsun soluklanmaya devam ediyor olsa da, Barış Manço, Cem Karaca ve Fikret Kızılok’a olan özlemim her geçen gün biraz daha artıyor. Zerrece azalmıyor.

Barış Manço, her kesimden insanın sevgisini kazanabilmiş, sanatçı hüviyeti üstüne tam oturmuş, nev-i şahsına münhasır özel bir sanatçıydı. Uzun saçları, burma bıyıkları ve iri taşlı yüzükleriyle akıllarda iz bırakan Barış Manço, gerek şarkılarıyla, gerek o bilge tavırlarıyla, gerekse Dönence, 7’den 77’ye gibi televizyon programlarıyla, doldurulması pek de mümkün olmayan büyük bir boşluk bıraktı hayatımızda.

Şehre göç edip de, köyüne, köydeki yaşamına özlem duyanlar için, “Yaban tayları çayırda tepişiyor mu? Çilli horoz kedilerle dövüşüyor mu? Sarıkız minik buzağıyı sütten kesti mi? Kuzularla oğlaklar sevişiyor mu? Uzun kulaklarını son bir kez salla. Tüm eski dostlarımdan bir haber yolla. Ayrılık geldi başa katlanmak gerek. Seni çok çok özledim arkadaşım eşşek.” diyerek naif bir dille sesleniyordu arkadaşı eşşeğe.

Bir ramazan bayramında bu dünyadan göçüp giden babaannesinin ardından, “Güz yağmurlarıyla, bir gün göçtün gittin, inanamadım Gülpembe” diyerek hüzünleniyor, bizleri bu hüznüne ortak ediyordu.

Öğrenim hayatı için Belçika’ya gittiğinde, nişanlısı Semra ile aralarındaki nişan bozulunca, “Hatırlarım bugün gibi sessiz geçen son geceyi. Başın öne eğik bir suçlu gibi bana verdiğin hediyeyi. İki küçük kol düğmesi, bütün bir aşk hikayesi. İki düğme iki ayrı kolda bizim gibi ayrı yolda.” diyerek anlatıyordu sevdiğine duyduğu büyük özlemi.

Eskiden ölen er kişinin tabutunun üstüne ceket bırakılırmış. “Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi. Kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti. Herkes gömlek giyerken Ahmet ceket giyerdi. Konu komşuya dert oldu kul Ahmet’in ceketi. Bir gün bir yoksul öldü üzüldü mahalleli. Ama bir kefen parası bulamadı mahalleli. Kul Ahmet dedi yalan dünya çıkardı ceketini. Örttü garibin üstüne kaldırdı cenazeyi. Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti. Bizim kul Ahmet birdenbire oluverdi Ahmet Bey. Ceket ise Ahmet Bey’in ceketi. İbreti alem oldu Ahmet Bey’in ceketi. Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti. İbreti alem oldu Ahmet Bey’in ceketi. Meğerse tüm keramet ceketteymiş be Ahmet. Barış’a sorar isen sen bu yolda devam et.” derken, elli bin askeriyle, dört yüz bin kişilik düşmana karşı kefenlerini giyerek savaşa giren Alparslan’ı hatırlatıyor, fani dünyanın geçiciliğini unutmamak için, kefenini sırtında taşıyan dervişleri nazara veriyordu.

Kah “Sabret gönül sabret, sakın isyan etme. Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme. Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze. Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade. O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade.” diyerek, kah “Nasıl anlatsam bilemiyorum içim içime sığmıyor. O deli dolu neşe dolu kişi ben değilim sanki. Dışarısı buz gibi lapa lapa kar var benim içim yanıyor. Eksi kırk derece soğuk suda bile yüzerim inan ki.” sözleriyle anlatıyordu aşkın en delisini ve sevdanın en karasını.

“Kara haber tez duyulur unutsun beni demişsin. Bende kalan resimleri mektupları istemişsin. Üzülme sevdiceğim bir daha çıkmam karşına. Sana son kez yazıyorum hatıralar yeter bana. Unutma ki dünya fani, veren Allah alır canı. Ben nasıl unuturum seni, can bedenden çıkmayınca.” diyordu ayrılık acısıyla kavrulanlar için. “Dün yine yapayalnız dolaştım yollarda. Yağmurlarda ıslanan bomboş sokaklarda. Gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni. Unutamadım ne olur anla beni.” diyerek anlatıyordu giden sevgiliyi unutmanın kolay olmadığını.

Bütün cesaretini güç bela toplayıp, tam da sevdiğine açılmak üzere olan gencin dramının bir şarkıya izdüşümüydü, “Domates, biber, patlıcan.” Bugün sokak sokak dolaşan o seyyar satıcıları pek göremiyoruz artık. Vakti zamanında hepimizin işini gördüler, ihtiyaçlarımızı ayağımıza kadar getirdiler seyyar satıcılar, nayloncular, mandalcılar, lakin kim bilebilir ki kaç sevgilinin sevda sözcüklerini kursaklarında bıraktıklarını, kaç hastayı ağrı içinde yataklarından kaldırdıklarını. Evdeki ve avludaki eskimiş eşyaları verip, plastik leğen, kap kacak alırdı annem nayloncudan. Overlokçunun  “Overlokçu geldi. Halı, kilim, pas pas, yolluk kenarına, halıfleks kenarına overlok çekilir. Beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir.” anonsu yankılanırdı sokaklarda.

Keşke o senelerin kenarına da overlok çektirmek gelseymiş birilerinin aklına da, birbiri ardına iplik söküğü gibi geçmeseymiş o güzelim yıllar. Hiç girmeseymişiz 2000’li yıllara.

Her bayramda neşe içinde dinlediğimiz, fakat içinde büyük bir hüznü barındıran duygu yüklü şarkısında, “Sen gittin gideli içimde öyle bir sızı var ki, yalnız sen anlarsın. Sen şimdi uzakta cennette meleklerle bizi düşler ağlarsın. Bugün bayram erken kalkın çocuklar. Giyelim en güzel giysileri. Elimizde taze kır çiçekleri üzmeyelim bugün annemizi.” der Barış Manço. Bizim neşeyle dinlediğimiz bu şarkı, esasında bayram sabahı çocuklarını annelerinin mezarına ziyarete götüren bir babayı anlatır.

“Yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası. Topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası. Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna. Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok. Buyurun dostlar buyurun, Halil İbrahim sofrasına. Alnı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye. Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye. Nefsine hakim olursan kurulursun tahtına. Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına.” derken ise, tüm çıplaklığıyla toplumsal bir tabloyu çizmektedir. Emir kuluyum diyenlere, sadece Allah’a kul olmayı hatırlatırken, açgözlü insanlarla, kanaatkar insanların arasındaki farkı ortaya koymaktadır.

“Söylemeye varmıyor dilim. Sazım çalmaz oldu tutmuyor elim. Ben ettim sen eyleme gülüm. Ne olur affet beni Allah aşkına. Yolla yarim tez yolla. Oyalı da mendile sar yolla. İki tel kopar saçından. Kınalı da mendile sar yolla.”
Sevgililer şimdilerde cep telefonu ile anında ve zahmetsizce birbirlerine ulaşırken, görüntülü konuşma imkanı sayesinde hasretlik çekmezken, eskiden mendil kenarına oya işlermiş genç kızlar. Kafeler değil de, kuyu başı, çeşme başı olurmuş buluşma mekanları.
“Kuyu başına vardım, Zeynep’i görem diye. Nasıl haberin almışsa, dayı emmi hep orda. Dediler ne ararsın, kızı almak mı istersin? Sana bir çift sözümüz var, hele buysa niyetin? İşte hendek işte deve, ya atlarsın ya düşersin. Baktın olmaz vazgeçersin, zordur almak bizden kızı. İşte Halep işte arşın, ya aşarsın ya biçersin. Baktın olmaz vazgeçersin, zordur almak bizden kızı.”

Neredeyse dünyanın her yerini köşe bucak gezen, en az 12 dil bilen ama kendisine kaç dil biliyorsunuz diye sorulduğunda “Bir dil biliyorum, o da tatlı dil.” diyebilecek kadar mütevazi bir entelektüeldi Barış Manço. 7’den 77’ye herkesin sevgilisiydi. Bir sanat adamı, bir müzisyen, içinde bulunduğu topluma nasıl ışık tutabilir en güzel örneğiydi. Yaşadığı toplumu çok iyi tanıyan, “Dünden Bugüne” adlı ilk albümünü çıkardığı 1972 yılı ile vefat ettiği 1999 yılları arasına 14 albüm sığdırabilen çalışkan ve üretken bir Anadolu insanıydı.

Sevgiyle ve özlemle Barış Abiciğim. Mekanın cennet, melekler komşun olsun. Ruhun huzurla dolsun…

Pedagog Ercüment Eşsiz