Çocuklar, Oyuncaklar ve Hayaller

Çocuklar, Oyuncaklar ve Hayaller

11 Eylül 2022 0 Yazar: Pedagog Ercüment Eşsiz

Oyuncak dükkanlarında hayaller satıldığını düşünmüşümdür hep. Küçük çocuklara satılan hayallerdir oyuncaklar. Kendilerine alınan oyuncak arabanın içinde, dağ-bayır, patika yollarda gezinir çocuklar. Oyuncak bebek, peluş ayıcık canlı-kanlı arkadaşıdır çocuğun. Legolarla inşa ettikleri binalarda yaşarlar onlar.

Çocukluk günlerimde bizim ilçede sadece bir oyuncakçı vardı. Oyuncakçı Ethem Amca. Mavi gözlü, beyaz tenli, uzunca boylu, zayıfça bir adamdı. Her zaman tertipli ve temizdi. Çalışkan biri olduğu, her halinden belliydi. Çocukların vazgeçilmez adresiydi onun bu isimsiz dükkanı. Hatırladığım kadarıyla bir isim vermemişti dükkanına. Kalınca ve tok bir sesi vardı. Hulusi Kentmen gibi sevecen, babacan biriydi.

Öyle çok para geçmezdi bizim elimize ve her zaman oyuncak alamazdık tabi. Ama şüphesiz ki bayram harçlıklarımızı Ethem Amcamıza yatırırdık. İlk önceleri bilye, taso, yoyo, solo test, baloncuk, stres yayı, kanlı göz, içinde üç-beş tane manzara resminin bulunduğu fotoğraf makinesi, vampir dişleri, hula hoop, pervane, su tabancası, kepçe, traktör, kamyon ve arabalara verirdik paramızı. Biraz daha büyüdükçe, çatapata, mantar tabancasına, kız kaçırana vermeye başladık.

Önceleri tabancada su iken mermimiz, büyüdükçe sapanda taş olmaya başladı. Biz büyürken, içimizdeki şiddeti neden büyüttük, büyüklerimiz buna neden izin verdi hala anlayabilmiş değilim. Acaba gittikçe kendilerine benzememiz mi hoşlarına gidiyordu yoksa, toplumun öngördüğü erkek çocuk algısındaki yanlışlık mıydı buna göz yummalarına neden olan, biraz psikoloji, biraz da sosyoloji biliminin konusu.

Evlerimizdeki en teknolojik cihazlar, televizyon ve kasetçalarlardı o yıllarda. Her ev ve dükkanda sabit telefonlar, telefonların altında veya yanında da, kalınca telefon rehberleri bulunurdu.
Öyle tabletimiz, bilgisayarımız filan yoktu bizim. Tolga Abimizin sunumuyla, Hugo’yu izlerdik büyük bir heyecanla. Kız kardeşim, o yıllardaki tüm kız çocukları gibi sanal bebek beslerdi. Atariyle, tetrisle oyalandığımız, atari salonlarında, aduket seslerinin arasında Street Fighter oynadığımız, teyp kasetlerini tükenmez kalem yardımıyla geriye sardığımız 90’lı yıllarda ayrı bir güzellikti çocuk olmak.

Esasında bugünün çocuklarından çok daha fazla oyuncağa sahiptik bizler. Satın alınmış değil, kendi üretimimiz oyuncaklar. Her şeyden, her türlü malzemeden oyuncak yapmayı bilirdik. Tahta ve dört adet rulmanla, bilyalı adını verdiğimiz arabalar yapardık. Kargıdan yaptığımız flütlerdi müzik aletlerimiz. Bezden yapardı kız kardeşim bebeklerini.

Oyuncakçılar belki bugünkü kadar fazla oyuncak satamıyorlardı o zamanlar. Çocuklar, babalarıyla veya arkadaşlarıyla birlikte yapıyorlardı uçurtmalarını. Killi çamurlar, şekilli taşlar, çiviler, tahta parçaları, teller, oyuncak yapmaya yetiyordu. Aslında oyuncak değildi bizim yaptıklarımız. Hayallerimizi yoğuruyorduk kil çamuruyla. Çivilerle tahtaları değil, arkadaşlarımızla kurduğumuz ortak hayalleri tutturuyorduk birbirine. Uçurtma uçururken, bizim de ayaklarımız kesiliyordu yerden.

Kaç çocuk hayal satın almıştır Ethem Amca’dan, kaç çocuk ondan satın aldığı hayallerle büyümüştür bilemiyorum. Parası yetişmediği için kaç çocuk hayallerini orada bırakıp da, hüzünle dönmüştür evine kim bilebilir ki?

Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” adlı romanında şöyle bir diyalog geçiyor;
“-Biz ihaneti çocukken öğrendik Olric!
-Nasıl yani efendimiz?
-O, kimseye vermediğimiz oyuncağın, yenisi geldiğinde bir köşeye fırlatarak!”


Evet! Bizler de yeni bir hayale yelken açınca, gözümüzden bile sakındığımız o eski hayallerimizi unutuverdik çok zaman. Fakat her defasında hayat bizi o eski hayallere mecbur bıraktı. Bir neşeyle, bir mutlulukla koştuğumuz o yepyeni hayallerin, kolu, kanadı kırıldı bazen. Bazen de pili bitiverdi.

Bugün büyüdük, çoluğa çocuğa karıştık. Biz büyüdükçe hayallerimiz küçüldü belki ama benim oyunla, oyuncakla aram pek değişmedi. İtiraf etmeliyim ki, pek çok baba gibi ben de oğlumla beraber oyuncaklar yap(a)mıyorum. Oyuncakçılardan, alış-veriş merkezlerinden aldığımız oyuncaklarla oynuyoruz ama oyuncaklarla oynamayı, çizgi film izlemeyi hala çok seviyorum.

Hayao Miyazaki’nin hayal dünyasına bayılıyor, her animesini bir daha bir daha izliyorum. Küçük Cadı Kiki, süpürgesiyle uçarken karşısına çıkan deniz kenarındaki kasabaya bakarak siyah kedisi Jiji’ye “Belki burada kalabilirim. Beni sevecek ve beni olduğum gibi kabul edecek başka insanlar bulurum” diyordu ya! İşte ben de karşılaştığım her minik kalbe aynı cümleleri sarf ediyorum. Çünkü herkesi olduğu gibi kabul etmeyi en iyi bilenler, sadece sevgiyle çarpan bu minicik kalpler.

Sunay Akın, Kırdığımız Oyuncaklar’da; “Deniz kıyısı bir oyun alanıdır her çocuk için. Siz, çakıl taşı toplayanların iri bedenlerine aldanmayın sakın; birer çocuktur aslında onların her biri. Oyuncakçı dükkânının raflarında bir oyuncak beğenmekten hiçbir farkı yoktur, sahilde çakıl taşı aramanın. Her ikisinde de düşler denizinin kıyısında gezinir insanın bakışları.” derken beni anlatıyor sanıyorum.

Siz siz olun, öldürmeyin içinizdeki çocuğu. Oyuncaklarla oynayın, hiç büyümemiş, yaşınız beşmiş gibi. İçiniz geçmiş, işiniz bitmiş izlenimi vermeyin çocuklarınıza. Hayallerine ortak olun onların. Bilgisayar ve tablet başında geçmesin en güzel yılları. Yaşama sevinci aşılayın sonra. İlkbahar yağmurunun altında şemsiyesiz yürüyün birlikte. Oyunlar oynayın, hayaller diyarında…

Pedagog Ercüment Eşsiz