Sokakta Çocuk Olmak; Mahalle Maçları
28 Ağustos 2022Bizler sokaklarda öğrendik hayata dair birçok gerçeği. Sosyalleştiğimiz yerlerdi sokaklar. Çocuk ruh sağlığı açısından o kadar önemli ki sosyalleşebilme becerilerini öğrenmek…
Bugün, sokakta çocuk olmak duygusunu tatmadan büyüyor çocuklarımız. Oysa bizler, üç kornerin bir penaltı olduğu mahalle maçlarında öğrendik futbolu ve sosyalleşmeyi. Sahi o zamanlar mahalleler vardı ve mahalleler arası oynanan futbol maçları. Öyle bugün ki gibi güzel futbol sahaları filan da yoktu. Ama her mahallede maç yapılabilecek büyüklükte bir alan mutlaka vardı. Daha binalar doldurmamıştı şehirlerin her bir köşesini. Çocuklara da alanlar vardı oynayabilecekleri. Evet! Bugün de var çocuklar için oyun alanları, parklar. Fakat hepsi yapmacık, hepsi eğreti. Var olsun diye yapılıyor pek çoğu ve yok pek çoğunda çocukluğun o nazenin ruhu.
Bizim futbol topumuz da olmazdı çok zaman. Bulduk mu futbol topunu bayram ederdik. Üç beş arkadaş zar zor denkleştirdiğimiz paralarla alırdık topumuzu. Zaten çoğunun ömrü de birkaç saat olurdu. Yetmezdi paramız meşin topu almaya. Yetinirdik plastik topla, ama doymazdık oynamaya. Sahi bizler yetinmeyi de bilirdik, yitirmeyi de. Bir ağacın dalında, ya da bir cam parçasında son bulunca topun ömrü, çoktan şapka olurdu başımıza ikiye bölünerek. Yitirdiğimizi de hemen öyle atıvermezdik bir kenara. Değerlendirirdik sonuna dek, değerlendirmeyi de bilirdik.
Kalelerimiz taştandı bizim. Yoktu öyle direk filan. Golse goldü, değilse yoktu yalan.
“Gol oldu.”
“Hayır gol değil.”
“Oğlum görmedin mi taşın üstünden gitti.”
Herkes gördüğünü söylerdi. Son sözü ya en büyüğümüz, ya da topun sahibi söylerdi. Bazen de kendi takım arkadaşının söylemesi yeterdi.
“ Oğlum gol oldu işte ben gördüm.” derdi ve söz biter, oyun devam ederdi.
Bulduğumuz tahtaları birbirine tutturarak kale direkleri yaptığımız da olurdu, bu “gol oldu, olmadı” tartışmalarına son vermek için. Sahamızın çizgilerini, kireç bulamadığımız zamanlarda avlumuzdaki taş fırının yanında biriken küllerle çekerdik bazen. Yağan ilk yağmurla kaybolana kadar idare ederdi bizi çektiğimiz çizgiler. Aşağı mahalleden akranlarım, sınıf arkadaşlarım Selim ve Alper kurdukları takımla, sahamıza deplasmana gelirdi. Onların mahallesinde bizimki gibi saha yoktu. Okulumuz onların evlerine daha yakındı. Bu nedenle biz onlara deplasmana gidince, okulumuzun bahçesindeki toprak sahada yapardık maçımızı.
Eğer olsaydı bu maçları izleyen Fifa temsilcileri, bütün mahalle takımlarının her oyuncusu mutlaka fairplay ödülünü alırdı. Hoş ödülle işimiz de yoktu bizim ya, keyfimiz yanımıza kar kalırdı.
Yenmişiz yenilmişiz çok önemli olmazdı. Öyle bir iki maçla futbola doyulmazdı. Bazen YEŞİLLİK’te oynardık maçımızı, bazen de deplasmana giderdik. Bizim mahalledeki sahanın adıydı Yeşillik. Dağın dibinde yemyeşil bir alandı. Hayat futboldu bizim için o zamanlar, gerisi hep yalandı.
Ünal, Abdullah, Ogün, Orhan, Lemi, Olsen ve Hami Trabzonsporluların, Metin, Ali, Feyyaz, Şifo Mehmet, Zalad, Nartello, Ulvi, Alpay, Recep, Sergen, Beşiktaşlıların, Prekazi, Simoviç, Tanju (sonra Fenerbahçe’ye geçti), Tugay, Uğur, Cüneyt, Kosecki, Kubilay, Hamza, Ergün, Büyük/Küçük Hakan, Arif, Yusuf, Falco, Stumpf ve Okan Galatasaraylıların, Schumacher, Engin, Müjdat, Oğuz, Aykut, Rıdvan, Şenol, Gerson, Rüştü, Hasan Vezir (sonra Galatasaray’a geçti), Uche, Pingel, Högh, Okacha, Boliç, Tayfur, Fenerbahçelilerin önde gelen kahramanlarındandı o yıllarda. Bense kendime topun peşinden koşarken ya Roberto Baggio ya da Batistuta demeyi severdim. “Batistuta ilerliyor, Batistuta ceza sahasının dışından vurdu ve goooolll…”
İşte böyleydi 90’larda mahalle maçları. Her biri çekişmeli ve iddialı geçen maçlarda birer yıldız gibiydik hepimiz. Hiç unutamıyorum, mahalleden akranım Selhan’ın kardeşi Erhan’ın, traktörün altında kalıp da vefat etmesinin ardından, günlerce topu ayağımıza değirememiştik. Minik kalplerimize saplanıp kalmıştı esmer yüzlü Erhan’ın acısı.
Bizler doyunca çıkardık sokakların, sokakta top oynamanın tadını. Ama ya bugünün çocukları! Bugünün çocuklarına üzülüyorum içten içe. Sokakları da, futbolu da, oyun oynamayı da bilmiyorlar. Futbolu gol atmaktan ibaret sanıyorlar. Bilgisayar başında sanal oyunlarla maalesef aldatılıyorlar. Sanal oyunlara, para verip bunları oyun sanıyorlar. Adı sosyal kendi asosyal olan, sosyal paylaşım siteleri veya sosyal medya adını verdikleri sanal alemde, bilgisayarlarda ve akıllı dedikleri cihazlarda futbol oynamanın nesi keyif verir ki? Kazanmak ve kaybetmek üzerine kurulan yeni dünya düzeninin senaristleri çocuklarımıza bu felsefeyi aşılamaya çalışırken, çocuklarımızın futboldan da tek anladıkları maalesef sadece kazanmak ve kaybetmek.
Kazananın da kaybettiği bu sanal oyunlarla çocuklarımız sosyalleşmiyor, aksine asosyal oluyorlar. Kazanmayı, kaybetmeyi, yitirmeyi, yetinmeyi, değerleri, değerlendirmeyi bilmeyen bir nesil geliyor. Üç kornerin bir penaltı olduğu mahalle maçları, yok olup giden mahalle kültürüyle birlikte kayboldu. Yeniden bulunur mu bilemiyorum. Yine de, gelecek güzel günlere inanıyor, yarına ümitle bakıyorum.
Pedagog Ercüment Eşsiz