Çocuğun Gelişiminde Oyunun Önemi

Çocuğun Gelişiminde Oyunun Önemi

5 Haziran 2022 1 Yazar: Pedagog Ercüment Eşsiz

Çocuk gelişiminde oyunun önemi nedir? Çocukların oyun oynaması niçin önemlidir? Oyunların çocuğun ruhsal gelişimine katkıları nelerdir?
Oyun oynamak, çocukların sağlıklı gelişimleri için en önemli faaliyettir. Beslenme, sevgi, ilgi ve bakımla birlikte çocukların en büyük diğer bir ihtiyacı da oyundur. Oyunların ve doğru seçilen oyuncakların, 0-6 yaş grubunda yer alan çocuklarda, duygusal, zihinsel, sosyal gelişim ve dil gelişimi açısından büyük bir etkisi vardır. Çocuklar oyun aracılığıyla doğru düşünme yöntemlerini, kendi kendine karar alabilme ve işbirliği yapma becerisini, sorumluluk ve paylaşma duygusunu kazanır. Çocuklar oyun oynarken büyük bir keyif alırlar ve mutlu olurlar. Oyun oynamak, çocukların hayal gücünü geliştirdiği gibi, dikkatlerini de arttırır ve organizasyon becerilerini geliştirir.

Biraz Daha Oynayalım mı Baba?

Oğlum, her çocuk gibi oyun oynamayı, oyuncaklarıyla zaman geçirmeyi çok seviyordu. Şu anda 9 yaşındaki oğlumu hala en çok mutlu eden aktivite oyun oynamak. Tek çocuk olmasından dolayı, uzun süre yalnız başına sıkılmadan oyun oynayabilen oğlumuz, elbette yalnız oynamaktan çok arkadaşlarıyla veya bizimle oyun oynamayı daha çok seviyordu. Bütün erkek çocukları gibi arabalara olan ilgisinden dolayı ona yollarla ve parklarla bezeli bir oyun halısı aldık. Bu oyun halısının üstünde onunla birlikte, arabalarıyla uzun süre kovalamaca oyunları oynuyorduk. Ne kadar oynarsak oynayalım oğlum her defasında bana, “Biraz daha oynayalım mı baba?” diyerek daha çok oynamak istiyor, oyuna doymuyordu.

Oğlum, yap-bozları ve legolarıyla oynamayı da çok seviyordu. Özellikle legolarıyla binalar ve taşıtlar yapmaya bayılıyordu. Boyama kitaplarını istediği gibi boyuyordu. Bu nedenle ona bir sayfasında örneği, diğer sayfasında boyanacak şekillerin olduğu boyama kitapları almadık. Çünkü oğlum, örnek boyamaya hiç aldırmıyor, kendi istediği renkleri kullanıyordu. Esasında çocukların hayal dünyasını kısıtladığı için örnek boyama sayfasının yer aldığı boyama kitapları tercih edilmemeli. Ona iki yaşlarındayken taşıt şekilleri ile süslenmiş kitaplar aldık. Bu kitaplardaki resimlere birlikte bakarak, hikayeleri ona okuyarak, kitap sevgisini küçük yaşlarda aşılamaya gayret gösterdik.

Oğlum, bebekliğinden bu yana topla oynamayı da çok seviyordu. 3-4 yaşlarındayken onunla evimizin salonunda top oynuyor, arada tablo ve duvar saatlerini aşağıya indiriyorduk. Ama parkta veya açık alanda oynamaktan daha çok hoşlanıyordu. Hafta sonları ve uzun günlerde iş çıkışı onunla dışarıda zaman geçiriyorduk. Kumda oynamaktan zevk duyuyordu.

5-6 yaşlarındayken, daha çok askerleriyle oynamaya başladı. Fakat mevsim ne olursa olsun, eğer hasta değilse, her gün en az bir saat dışarıya çıkarmaya çalışıyorduk onu. Astım rahatsızlığı olduğu için doktorumuz da her gün dışarıya çıkması gerektiğini söylemişti.

Oyun Oynamanın Çocuk Gelişimindeki Önemi

Oyunlar, çocukların saldırganlık dürtülerini boşaltmaları, duygularını dışa vurabilmeleri, arkadaşlarını tanımaları, sosyal rolleri öğrenmeleri açısından da oldukça önemlidir. Oyun oynamak, çocuklarda kas gelişimine yardımcı olur ve enerjilerini atmalarını sağlayarak fiziksel sağlıklarını da destekler.

Anne-baba çocukla oyunlar oynamayı ihmal etmemelidir. Çocukla oyun oynarken göz teması kurulmalı ve onunla zoraki değil de, severek oynamalı, huzur ortamı sağlanmalıdır. Oynanan oyunlar beş duyu organına hitap etmeli ve çocuk oyunda aktif olmalıdır.

Bir Hatıra; Uçurtmam Özgürlüğümdü

Haftanın son günüydü. Cuma akşamları üstüme karabasan gibi oturuyordu yorgunluk. Televizyon karşısında, elimde kumanda kanallar arasında izleyebileceğim bir program ararken, oğlum karşımdaki koltukta Şimşek McQueen’iyle oynuyordu. Oynasın kereta diye geçirdim içimden. O Şimşek McQuenn’i bulana kadar 5-6 oyuncakçı gezmiştim. Eşim akşam yemeğinden mutfakta, biriken bulaşıkları, bulaşık makinesine yerleştirmekle meşguldü. Biraz sonra mutfaktan seslendi;
– Oğlum ödevlerini yaptın mı?
Anaokuluna giden oğlumuza öğretmeni o gün boyama ödevi vermişti.
– Gelince sen yaptırıver işte. Ben çok yoruldum bugün. Hem iki gün tatil. Nasılsa yapar iki gün boyunca.

Daha sonra oğlum yanıma gelip oturdu ve
– “Baba ben çok sıkıldım. Şimdi ne yapayım” diye sordu.
– “Oğlum bir sürü oyuncağın var, oyna işte onlarla” diyerek başımdan savmaya çalıştım onu. Benim için gerçekten çok yorucu bir gün olmuştu. Veli toplantısından çıkmıştım ve başım kazan gibiydi.
6 yaşındaki oğlum merak içinde ikinci bir soru daha sordu. Zaten her konuda, durmadan sorular soruyor, her şeyi öğrenmek istiyordu.

– Babacığım sen çocukken çok yaramazlık yapıyor muydun benim gibi?
Bir an duraksadım ve karşımda açılıveren hayal penceresinden çocukluk günlerime gittim. Nasıl da özlemiştim o tahtadan oyuncaklar yaptığım, sek sek sektiğim, ip üstünden atladığım, mahalle maçlarında taş üstünden goller attığım, mendil kaptığım, al ve bal sattığım günleri. Sonra oğluma döndüm ve derin bir iç çekerek, her fırsatta canımdan çok sevdiğimi söylediğim yavrumun bu sorusunu hiç duymamış gibi;

– “Hadi gel bak sana ne göstereceğim” dedim. Salondaki dolabın en alt çekmecesine, yıllar önce bıraktığım fotoğraf albümünü elime aldım ve büyük bir hasretle açtım. Uzun zaman olmuştu bu hatıralarımı elime almayalı. En son nişanlıyken eşime gösterdiğimi hatırladım bu fotoğrafları. Halbuki hatıraların yeri çekmeceler olmamalıydı. Göz önünde bulunmalıydı onlar. Gereksiz süs eşyalarının, bibloların ve misafir geldiğinde ortaya çıkan gümüş tepsinin yer aldığı vitrine, eşime ve kendime ait hatıraları yerleştirme fikri geldi aklıma sonra. Çocukluğumdan kalma bir tahta oyuncak, maden telinden yaptığım ve bugüne kadar kutsal bir emanetmiş gibi sakladığım bir bisiklet, çok sevdiğim ve tarlada birlikte vakit geçirmekten çok büyük keyif aldığım rahmetli dedemin köstekli saati, anneannemin eski radyosu, pekala o vitrinde yer alabilirdi.

Çocukluk günlerime ait resimlerin olduğu bu eski albümün ilk fotoğrafında, elimde bir uçurtma ile gülümseyerek poz vermiştim. Belli ki çok mutluydum.
Neler neler anlatıyordu bu fotoğraf bana? Babamla birlikte yaptığım elimdeki uçurtmaya bakınca, oğlumla hiç uçurtma yapmadığım, oyuncakçıdan aldığım uçurtmayı oğlumun eline tutuşturuverdiğim geldi aklıma. Oysa bana asıl keyif veren babamla vakit geçirmek, uçurtmayı babamla yapmaktı. Günlerce oynamıştım o uçurtmayla. Ta ki bir ağacın dallarında yırtılana dek. Babamla birlikte daha sonra kaç uçurtma daha yaptığımızı hatırlayamıyorum bile. Göklerde bir bayrak gibi dalgalanan uçurtmamı her uçurduğumda, kendimi daha da özgür hissediyordum o günlerde. Özgürlüğün sembolüydü uçurtma benim için.

Annemle birlikte beş taş oynadığım o güzelim günler düşünce hatrıma, annemin şefkatine olan özlemim bir bıçak gibi saplanıverdi sol yanıma. Gökyüzünden topladığım beş yıldızla, annemle birlikte beş taş oynadığım o temmuz akşamları, annem avluda odun ateşinde, toprak güveçte, sacayağı üstünde yemek pişirirken, ocağın altında közlediğim o leziz mısır ve patatesler hala sıcacıktı anılarımı biriktirdiğim heybemin içinde. Annemin dikkatli olmam için tatlı tatlı uyardığı, ama yanından asla uzaklaştırmadığı geldi aklıma. Annem tarlada çalışırken, karınca yuvalarını bozardım haylazca. Annem ise yine tatlı tatlı uyarırdı ve onların evini bozmamam gerektiğini anlatırdı dilince. Anneyle geçirilen zaman da pek bi kıymetliydi tabi ki.

Babamla birlikte kargıdan yaptığımız arabalar, telden yapılmış bir çengel bir de çember ile yaptığımız o basit oyuncaklar, maden tellerinden yaptığımız renk renk, çeşit çeşit bisiklet ve diğer oyuncaklar. Nasıl da keyifle oynuyordum onlarla. Dağlardan akıp gelen ilkbahar aylarında, ağaç dallarını derede yarıştırıyor, kağıttan gemiler ve uçaklarla hayaller aleminde diyar diyar geziyorduk okuldan ve mahalleden arkadaşlarımla. Çalı çırpıdan yaptığımız evler ne kadar da güzeldi. Oysa oğlum şimdi pahalı oyuncaklarla ve son derece intizamla yapılmış güzel parklar ve lunaparklarda oyunlar oynuyor ama benim kadar mutlu olamıyor, benim kadar eğlenemiyordu.

İnsan aslına dönmeli, çocuklar ise dağlarda, papatya tarlalarında, dere kenarlarında, bazen de sokakta oynamalı diye geçirdim içimden. Yaptığım hatayı çok iyi anlatıyordu, elimdeki fotoğraf albümünün bu ilk fotoğrafı.

Kardeşlerim ve ben öyle miydik halbuki? Evin içinde bir başımıza mı oynuyorduk? Annem televizyonu bakıcı yapmamıştı başımıza. Bugünün ruhsuz parkları da pek yoktu o zamanlar. Benim çocukluğumda çocukların oyun yerleri, ağaçların tepesi, derelerin şırıl şırıl akan suları, tarlalar, sokaklar ve bahçelerdi.

Ağaçların dalına bağladığımız ipler ve yamalı bohçalarla yaptığımız salıncaklarda sallandığım, ağaçların kucağında, yeşil çimenlerin üstünde uyuduğum, papatyalardan taç yaptığım o büyülü günlere daha bir özlem duyuyordum şimdi. Yaz günleri sokakta nasıl da oynardık gece-gündüz demeden. Ama şimdi şartlar bunun için uygun değil ki? Nasıl salayım ben oğlumu dışarıya güven içinde diye düşündüm. Acaba bu bir savunma mekanizması olabilir miydi? Sahiden, 6 yaşına kadar oğlum hiç ağaç tepesine çıkmış mıydı? Hiç ağaca kurulmuş bir salıncakta sallanmış mıydı? Derede oynama keyfini yaşamış mıydı? Peki oğlumla hiç oyuncak yapmış mıydım? Bütün bu sorular beynime üşüşürken, derin bir vicdan azabı duyduğumu hissettim.

Çocukken dışarıda daha fazla zaman geçirmenin, babamla birlikte yaptığım ve hiç de pahalı olmayan oyuncakların beni nasıl da mutlu ettiğini hatırlayınca, oğluma aldığım ve her biri birbirinden pahalı bir oda dolusu oyuncağın aslında bir çöp yığını olduğunu anladım. Kaç kere oturup doyunca oynamıştım ki oğlumla? İş çıkışı yorgun argın geliyordum eve. Oğlumla oynamaktan çok, onu oyalıyordum aslında. Belki babam da benimle çok oynamamıştı ama, onunla çok kıymetli zamanlar geçirmiştim dağda, bahçede, tarlada. Babamın arkadaşları ile birlikte yaptığı futbol maçlarına, zaman zaman beni ve erkek kardeşimi dahil ettiğini ne de çabuk unutmuştum.

 Hayatı oyunlar yoluyla öğrenmiş, kendi yaşıtlarım ile oynarken, sosyal hayatın kurallarını kavramıştım. Yaşımıza uygun oyunlar ve babamla birlikte yaptığımız bu oyuncaklar, hayal dünyamın zenginliğinin en önemli sebebiydi belki de. Mesela, arkadaşlarımla paralarımızı birleştirerek aldığımız plastik toplar yoluyla öğrenmiştim dayanışmayı. Bir ağacın dallarında ya da bir cam parçasında ömrü son bulan topları, ortadan ikiye bölerek şapka yapardık başımıza ve hiçbir şeyi israf etmemeyi, değerlendirmeyi öğrenmiştik elimizde olanı. Bilyeler, mermer taşlar, gazoz kapakları, kızların bezden bebekleri, renkli taşlarla geçen bir çocukluk. Evcilik oyunu ile öğrenilen roller.

Tüm bunları düşününce, kardeşlerimle birlikte sınırı aşmadığımız takdirde, bütün gün yaptığımız haylazlıklar karşısında anne ve babamın sabrına, şimdi daha bir hayran oldum. Çocukluğun oynamak, zıplamak, koşmak, bağırmak olduğunu, sadece masumca çocukluğunu yaşadığı için oğluma kızmamam gerektiğini anladım. Aslında yaramazlık diye adlandırdığımız hareketlerinin, çocukluğundan ve oynama isteğinden geldiğini, atamadığı enerjisini atması için oğluma yeterli imkanı ve zamanı tanımadığımızı fark ettim.  Bir fotoğraf karesi anlatmıştı bütün bunları bana. Oğluma yeniden döndüm ve ona sıkıca sarıldım.
Sonra ona;
– “Oğlum, sana bugüne kadar “yaramaz” diye hitap ettiğim için özür dilerim. Sen yaramaz değilsin. Sen bizim için çok kıymetlisin. Büyüdüğünde senin vatanına ve milletine çok yararlı işler yapacağını biliyorum. Çünkü sen çok akıllı bir çocuksun.” diye döküldü cümleler dilimden.

Bu konuşmayı yaparken gözlerinin içine baktığım oğlumdan, salonun kapısına döndürdüm bakışlarımı. Elimdeki albümü, salonun tam ortasını işgal eden yemek masasının üstüne bırakırken eşime seslendim;
– “Hadi hazırlık yapalım. Yarın sabah erkenden dağlara gidiyoruz.”

Dışarıda Geçirilen Zaman

Çocukluğu benim gibi sokaklarda geçenler çok iyi bilir ki, öğrenmek ve eğlenmek için sokaktan daha keyifli bir yer yoktur. Hele bir de tarlaların, evcil hayvanların, meyve bahçelerinin arasında, küçük bir ilçede geçmişse çocukluğunuz, çocukluğunuzu tam anlamıyla yaşamışsınız demektir. Günümüzde çocuklar, özellikle de büyük şehirlerde yetişen çocuklar, maalesef sokak kültürünü, yaşayıp tecrübe ederek öğrenmeyi, sosyalleşmeyi sağlıklı bir şekilde öğrenemiyorlar.

OMO’nun 2016 yılında 10 ülkede, 12 bin ebeveynle gerçekleştirdiği bir araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’deki çocukların % 61’i dışarıda günde bir saatten fazla zaman geçirmiyor. Çocukların % 14’ü ise gün boyunca hiç dışarıya çıkmıyor.

Ebeveynlerin % 94’ü yeterince oyun oynamayan çocukların öğrenme zorlukları ile karşılaşacağını, % 70’i de günümüzde çocukların dışarıda oynamak için yeterli zamanı bulamadığını düşünüyor. Yine ebeveynlerin % 90’ı çocuklarının gerçek hayatta spor yapmak yerine, sanal ortamda spor oyunları oynadığını, % 50’si ise çocuklarıyla açık havada oyun oynamaya zamanının olmadığını söylüyor. Yine aynı araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’de çocuklar zamanının % 21’ini ekran karşısında geçirirken, % 13’ünü açık havada oyun oynayarak geçiriyor. Araştırma sonuçları, tüm dünyada çocukların açık havada geçirdiği zamanın her geçen yıl daha da düştüğünü ortaya koyuyor.

İşin aslı, çocuklarımızın çocukluğunu evlere hapsettik. Bilgisayar, televizyon, cep telefonu ve laptop gibi teknolojik araçlara esir ettik çocukları. Oysa çocukların, dışarıda zaman geçirmeleri, hayatı öğrenmeleri ve sosyalleşmeleri açısından büyük önem taşımaktadır.
Güneş en büyük D vitamini kaynaklarından biridir. Dışarıda zaman geçiren çocuklar, güneş ışınlarından gelen D vitaminini daha iyi alırlar. D vitamini kemik gelişimi açısından çok büyük önem taşır. Çocuklarımızın sağlıklı ve güçlü kemiklere sahip olabilmeleri için, onları her fırsatta dışarıya çıkarmalıyız.

Evde dört duvarın arasına hapsolan çocuklar, vakitlerinin büyük bir bölümünü bilgisayar ve televizyon karşısında geçiriyorlar. Oysa onların daha fazla fiziksel aktiviteye ihtiyacı vardır. Taş toplamalı, kumda oynamalı, ağaçlara tırmanmalı ve arkadaşları ile kovalamaca oynamalıdır. Bu onların hem sosyal hayatı öğrenmeleri adına, hem de fiziksel sağlıkları için gereklidir.
Dışarıda, bisiklet süren, arkadaşları ile futbol oynayan, ağaçlara tırmanan çocukların motor becerileri çok daha hızlı gelişir ve yeteneklerinin ortaya çıkması daha kolay olur.

Tabiri caizse, camdan bir köşkte, akvaryumda tutulan çocukların bağışıklık sistemlerinin gelişmesi daha zordur. Sokakta kirlenen çocuğun bünyesi, mikroplara karşı bağışıklık geliştirir ve daha güçlü bir bağışıklık sistemi kazanmasına yardımcı olur.

Sokakta arkadaşları ile oynamayı, küçük yaşlardan itibaren öğrenen çocuklar, daha uyumlu ve diğer insanlarla daha koordineli olurlar. Okula başladığında yaşanacak uyum problemlerini aşmanın yollarından biri de, onları okul öncesi yaşlarda, başka çocuklarla dışarıda oynamaya teşvik etmektir.

Sokakta oynayan çocukları izlediğinizde, onların hayal dünyasının ne kadar da geniş olduğunu fark edebilirsiniz. Kendi içlerinde yeni oyunlar türetirler ve sürekli yeni keşiflere çıkarlar. Dışarıda oynamak, çocukların hayal dünyalarını genişletmelerine yardımcı olur ve zekalarını açar.

Ayrıca çocukların gözlem becerileri çok iyidir. Zaten en iyi, gözlemleyerek öğrenirler. Dışarıda oynayan çocukların gözlem yetenekleri daha da çok gelişir. Değişen mevsimleri ağaçların renginden tanırlar mesela. Ya da sokak hayvanlarını, insanları ve doğayı gözlemleme imkanı bulurlar.
Sık sık doğaya çıkan, pikniğe giden ve tarla/bahçelerde vakit geçiren çocuklarda doğa bilinci ve sevgisi de gelişir. Onlar, yaşayan her canlıya karşı saygılı olmayı yaşayarak öğrenirler.

Bahçeden domates, salatalık toplayan, ağaçlardan elma, armut devşiren çocuklarda sağlıklı beslenme alışkanlıklarının gelişmesi de pekişecektir.

Onları televizyondan ve bilgisayardan ne kadar uzun süre uzak tuttuk o kadar kardır. Onları sık sık dışarıya çıkarıp, oyunlar oynamalarına fırsat tanıyarak, hareketsizlikten kaynaklı obeziteden ve televizyondan gelecek tahribatlardan da korumuş oluruz. Çocuklar, uygun ortam sağlandığında emin olun dışarıda, evin içinde olduklarından çok daha mutlu olurlar.

Ebeveynlik ile ilgili diğer konuları sitemizden okuyabilirsiniz.